20 Ocak 2008 Pazar

DOĞANIN İNTİKAMI...


Güneşle birlikte güne merhaba derken bir başkadır yüreğimizin sevdası, bir başkadır güne bakış açımız, hep yüreğimizde beklentiler vardır. Düşüncelerimizde ise yapabileceklerimiz veya yapamayacaklarımızın pişmanlığı, bir mücadelenin içine gireriz bütün gün boyu. tıpkı dün olduğu gibi veya yarın olacağı gibi sonra güneşle yarışımız bitmeye başlar. O yoksul bir dağın arkasında bir gecelik uykusuna çekilirken bizde kendi benliğimize çekiliriz. Sıcak veya soğuk bir odamızın köşesinde, bütün gün insanları yargılayan veya insanlar tarafından yargılanan bizler işte o andan itibaren tek başımıza yalnızca kendimizle mücadele etmeye başlarız. Aslında buna pek mücadele de denemez bu insanın kendini yargılaması olsa gerek veya pişmanlıklarından bahsetmesi gibi bir şey gecenin karanlığına veya onun sessizliğine. Hatta bazen bugün yapamadıklarımızı, bugün yaşantımıza getiremediğimiz şeyleri, yarın getirebilir miyiz yoksa yarından götürebilir miyiz diye bir ikilemenin içine düşer kalırız o noktada.

Ve yarın olur… güneş yine dünkü açtığı noktadan insanlara “Merhaba” diyip açarken yüzünü, bizler gece almış olduğumuz kararlarla yapacaklarımızdan son derece emin bir şekilde yeni bir güne merhaba demenin telaşı ile atılırken yollara kışın soğuğunda, baktığımızda dünden pek farklı görmeyiz kendimizi… dünkü biz bugün ki biz değişen hiçbir şey yok. Çevre aynı, düşünceler aynı, çünkü çirkinlik diz boyu insanlardaki yalnızlık tutkusu veya bunun doğurduğu korkular, bir başka bir başka dolu yaşantımızda bambaşka…

Ve işte o andan itibaren hep yüreğimizde bir korku kendimize karşı veya başkalarına karşı veya pişmanlıklarımıza karşı oluşan bir korku.. taa yıllar öncesine dayanan bir korku.
bilmem kaç bin sene önce doğayla büyük bir mutluluk içinde iç içe yaşayan biz insanlar bir müddet sonra hala anlamını çözemediğimiz bir şekilde doğayla savaşımız başladığı andan itibaren insan olmaktan uzak yalnızca insanlığın çirkin yönlerini taşıyarak atılmışız bu hayata geleceğin ne olduğunu hiçbir zaman düşünmeden

ve doğada bir noktadan itibaren boş durmamış. O da insanlardan intikam almaya başlamış. Zamanında çektiği acılardan ötürü oda düşmanca davranış içine girmiş;
önce sularını azaltmış insanlardan kıtlığı getirmiş, sonra güneşe bir kibrit daha çakmış alevlensin diye sanki o sıcağı hiç yetmezmiş gibi, tek tek ağaçları budamış fırtınalarıyla, en güzel fidanları sökmüş topraktan o muhteşem rüzgarlarıyla ve doğa emir vermiş denizin dalgalarına, vurun diye kıyılara, yıkın diye. Deniz bu kimseyi dinler mi ? ama doğayı dinlemiş işte. Fırtınalar doğmuş yüreğinde en kocaman en azgın dalgalarıyla kıyılara vurmuş tıpkı nankör bir sevgilinin yüreklere vurduğu acı gibi…

işte ogün bugün nankörlüğü yüreğinde taşıyanlar kendilerini, pişmanlık duyduklarında hep bir deniz kıyısına atarlar. Yanlarında ne sevdiği vardır, ne de o tertemiz düşünceleri… hepsi hepsi geride kalmıştır artık unutulmaya mahkum…